Bugün de otel hayatı lüksü ifade eder. Sofia Coppola’nın Başka Bir Yerde filmi ünlülerin Los Angeleos’taki Chateau Marmont otelinde, Kay Thompson’un çocuk kitaplarının kahramanı Eloise New York Plaza’da yaşamaktadır. Fakat oteldeki lüks yaşam yalnızlığı da içerebilir. Coppola’nın Bir Konuşabilse filmi otel hayatının bu yalnızlığını, yaşı ilerleyen bir film yıldızı ile kocası tarafından ihmal edilen bir genç kadının Tokyo’da bir otelde aralarında oluşan olağan dışı bağı konu edinmiştir. Daha eski bazı filmlere de konu olmuştur otelde yaşam. İnsanlar otelde kalabilir ama buralar hiçbir zaman insanın evi gibi olmaz. Yazar Roth bunu şöyle ifade eder: “Burada yeterince kaldım. Kalışım uzarsa yabancı olmanın nimetlerinden yararlanamam. Ancak zorunlu olduğumda terk edeceğim yer haline gelirse oteli eve dönüştürmüş olurum. Evde olmasa da burada iyi karşılanmak istiyorum, istediğimde gelip gitmek.”
İngilizce ‘hotel’ kelimesi geleneksel olarak bir soylunun kaldığı yer, belediye binası ya da benzeri bir resmi bina anlamına gelir ve ihtişam içerir. Bu kelime bugünkü anlamıyla ilk kullanıldığında da taverna, han gibi ucuz mekanlardan ayrı olarak yüksek kalite konuk evlerini ifade ediyordu. Geçen yüzyılın sonlarını ele alan Andre Naffis-Shaley otelin çekiciliğinin “kişinin burjuva evinden uzaklaşma isteği ile bağlantılı olduğunu” belirtiyor. “Ev gelenekseli temsil ederken otel modernliği yansıtıyor, hevesli gözlemcinin sınıf, ırk ve cinsiyet bariyerlerini aşmasını sağlıyordu” diyor.